Sunday, April 11, 2010
Smyrna, Cihangir
Cihangir'in en tanınmış cafe/ lokantalarından biri olan Symrna'ya aslında önce temkinle yaklaştım. Bu kadar geniş bir müşteri kitlesine hitap eden işletmelerin bir zayıf noktası oluyor; o da çok kişiye servis etmeye çalışırken orta düzeyde, özelliksiz yemek çıkartmak durumunda kalması. İşletme hem sabah, hem öğle, üstüne bir de akşam servisi verince, orta halli bir kafe mutfağının ötesine geçebilir mi diye endişeleniyor insan. Ne de olsa akşam yemeği her zaman daha iddialı bir servistir. Müşterinin bile, aynı mekana öğlen geldiğinde beklentisi daha düşüktür çoğu zaman. Akşam yemeğine çıkma ise bir ritüeldir. Giyinir süslenir öyle çıkar kişi. Yemeğinde de aynı özeni bekler. Biz de bir grup arkadaş perşembe akşamı Symrna'yı denemek istedik. Sonuçta, bir türlü soğuk servis edilemeyen şaraplar dışında, oldukça memnun kaldık diyebilirim. Yanımdaki arkadaşım tavuk kanadı istedi. Bu ciddi bir testi bana sorarsanız. Çünkü amerikan tarzı bu yemek ancak bir tek tadta olur ve o tadı da tavukları marine ederken ya yakalarsın ya da kaçırırsın. Tavukların acı sosu tam kıvamındaydı. Daha da iyisi yanındaki blue cheeseli sostu, tavuklar bitince alttaki patatesleri bile ona bandırarak küçük sos tabağını sıyırdık. Bu amerikan klasiğindeki tek eksik amerikan kereviziydi ki onu da Türkiyede yetişmemesi ve dolayısıyla da bulması zor bir sebze olduğu için, aramamıştık. Ben kendim ise daha önce de deneyip beğendiğim limon soslu levrek ve risottoyu ısmarladım. Benim için mutfaktaki istikrar da çok önemli. 1 ay önce yediğim bir tabağı beğenip, o lokantaya tekrar geldiysem aynı yemeği aynı kıvamda bulmak isterim. Symrna bu testen de geçti, balığım da son yediğim seferki gibi sosuyla gayet dengeli ve lezzetliydi. Tatlı da yedik ama ben şahsen lokantanın bu konuda biraz daha risk alması gerektiğini ve daha farklı tatlarla müşterilere hoş sürprizler yaratmasını umut ediyorum.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment